Amerika’nın ilk gotik yazarlarından Washington Irving’le İç Savaş sonrasının puslu coğrafyasına bir yolculuk. “Uykulu Kuytu Söylencesi” Amerikan edebiyatının ilk hayalet öykülerinden biri olmasının yanı sıra ilk gotik öykülerden de biridir. Uykulu Kuytu’nun Başsız Süvarisi, söylenceye göre, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda bir top atışında başını yitirmiştir ve artık geceleri cepheye yetişmek için atını dörtnala süren bir süvariye dönüşmüştür. Bu seçkide, “Uykulu Kuytu Söylencesi”ne ek olarak Irving’in bir diğer meşhur öyküsü “Rip Van Winkle” ile “Lanetli Ev”, “Şeytan ile Tom Walker”, “Hortlak Damat”, “Alman Öğrencinin Serüveni” ve “Gibbet Adası’ndan Gelen Konuklar” isimli öyküler de yer alıyor.
Irving’in yedi öyküsü derlenmiş, en bilinenleri. Uykulu Kuytu Söylencesi’ni Sleepy Hollow olarak biliyoruz, şu kafasız süvari. Johnny Depp’in Ichabod Crane’i oynadığı uyarlaması en meşhuru, onun dışında başka uyarlamaları da var, çizgi filmleri falan, iki yüz yıllık bir öykü uyarlanabilecek her şeye uyarlanmış durumda ki ABD’den çıkan ilk büyük yazar olarak dünyanın dikkatini çektikten sonra Irving’in en çok bu öyküsü tutuluyor denebilir. Sözlü geleneğe yaslanan söylence anlatımının bütün özelliklerini taşıyor bu öykü, McKay’in “el yazması tekniği” dediği anlatım biçimi kullanılmış. İlk üç öykü bu türe giriyor, Diedrich Knickerbocker’ın evrakları arasında bulunduğu söylenen öyküler inandırıcılığı artırmak için mektupların, belgelerin arasından çıkarılmış gibi gösteriliyor. Romantik anlatının bir niteliği daha: “Her neyse, benim görevim ispat etmekten ziyade açık ve inandırıcı olmak maksadıyla olanları anlatmak.” (s. 7) 18. yüzyılın sonlarında doğan Irving kendi döneminin sosyal ortamını öykülerine olduğu gibi taşımış, Hollandalıların yerleşim bölgelerindeki yaşamlar detaylarıyla anlatılıyor, doğa tasvirleri genişçe bir yer tutuyor üstüne, böylece yeni kıtanın coğrafi değil de sosyal keşfedilmemişliği bilinmeyenin korkusunu doğurmak için ideal bir ortam yaratıyor. Bitkiler ve canlılar olabildiğince özgür, insan elinin henüz o kadar da değmediği bölgelerde Kızılderililerin varlığı da cabası. Pek çok öyküde Kızılderililer için kutsal olan mekanlar veya yerleşim yerleri anılıyor, doğaüstü için başka bir temel. Stephen King’in bir övgüsü var arka kapakta, Pet Sematary’yi düşünürsek Irving’den çokça etkilendiğini söyleyebiliriz. Neyse, Tappan Zee adı verilen bir bölgeye yerleşiyor Hollandalılar, ehlileştirdikleri hayvanlar ve ekip biçtikleri topraklar önlerinde uzanıyor ama bazı karanlık noktalara yaklaşmıyorlar, yeni kıtadaki eski toprakların bazı bölümleri onlar için gizemini koruyor. Uykulu Kuytu denen bölge örneğin, bir varlık tarafından ele geçirildiği söyleniyor ve civarından veya içinden geçen insanların düşle gerçek arasında bir yerde sıkıştığından bahsediliyor. Kızılderililerin zamanında burada ayin yaptıklarına veya ilk yerleşimcilerden Alman bir doktorun toprağı büyülediğine değinildikten sonra Uykulu Kuytu’nun Başsız Süvarisi’yle karşılaşıyoruz, yine bir söylence olarak beliriyor, oralarda takılıp insanları huzursuz eden bir hayalet. Bağımsızlık Savaşı sırasında başının bir top mermisiyle kopmuş, hayaleti oralarda geziniyormuş, böyle şeyler. Oralarda yaşayan insanlar başka yere taşınsalar da Uykulu Kuytu’nun zihinlerindeki varlığı sürüyormuş, mektubun yazılmasını bu etkiye borçluyuz.
Ichabod Crane’in soyadı “turna” demek, kırsallığını yitirmeye yüz tutmuş dünyanın bir parçası. Öğretmenlik yapan, ince uzun bir adam. Neşeli biri, kadınları güldürmesinin yanında o dönemde kıtanın kuzeydoğusunda, Salem’de patlak veren cadı avının bir parçası, ironi. Cotton Mather’ın yazdığı İngiltere’de Cadılığın Tarihi adlı metni iyi biliyor, “bilge bir insan” gibi görünüyor. O zamanda bilgelikten kasıt bu, toplumun normlarına uyduramadığı kadınları yok etme biçimi de denebilir. Vahşet ama bu vahşetten hiç bahsedilmiyor, konu kafasız kardeşimiz. Ichabod on sekiz yaşındaki öğrencilerinden birine aşık oluyor, kızın etrafında dört dönmeye başlıyor ama güçlü bir rakibi var, Brom Van Brunt. “Yumruk Brom” olarak da biliniyor, arkadaşlarıyla birlikte bölgenin asayişini sağlayan bir adam. Tabii olarak aynı kıza tutuluyor o da, Ichabod’dan haberdar olduğu için kinleniyor ve sağda solda adamı iki seksen uzatacağını söylüyor. Bir ziyafette karşılaşıyorlar, insanların anlattıkları hikâyelerden doğaüstü bir şeylerle karşılaşacağımızı sezebiliyoruz. Sonuçta Ichabod mekandan çıkıyor, atına atlıyor ve öcülü bölgenin civarından geçiyor. Aklında dinlediği hikâyeler var, ödü kopuyor gecenin bir yarısı. En sonunda kaçınılmaz sonla karşılaşıyor, Başsız Süvari tarafından takip ediliyor ve fırlatılan kafa kendisine isabet edince düşüyor. Karanlık.
Sonrası yine söylentiler. Başsız Süvari’nin Yumruk Brom olabileceği fikri bir kenarda duruyor, Ichabod’un akıbeti hakkındaki söylentiler de duruyor bir yerde. Anlatıcı kesin bir sona bağlamıyor hikâyeyi, yarıda bırakıyor.
Rip Van Winkle da bir klasik. Yirmi yıl sonra uyanan adam üzerinden zaman karşısında Amerikan toplumunun değişimi anlatılıyor, özeti bu. Yine bir kadın düşmanlığı var, adamımızın eşi çok konuştuğu ve huzur vermediği için kötü kadın konumunda. Can sıkıcı. Neyse, yine o döneme dair bir dünya detay, Van Winkle’ın birtakım askeri kahramanlıkları, cömertliği, hayırseverliği, erkek güzellemesi kısaca. Bir gün eşiyle tartıştıktan sonra evden çıkıyor işte, yolda karşılaştığı bir adamın sunduğu içkiden içiyor ve Uykulu Kuytu benzeri ilginç bir yerde uyuyakalıyor. Uyandığı zaman eve geri dönerken fark ediyor ki her şey değişmiş. İnsanlar İngiltere’ye bağlı değiller artık, özgürlüklerini kazanmışlar, bir dünya şey değişmiş. Kendisini soruşturduğu zaman bir genci gösteriyorlar, orada duruyor işte, kendisi. Oğlu aslında, zamanın nasıl geçtiğini o zaman anlıyor. Yeni bir yönetim altında insanlar daha coşkulu ama oğlunun uyuşukluğu da dikkat çekici, belli bir kesimin sadece yaşamak için çabaladığını, siyasi olaylarla pek ilgilenmediğini düşündürüyor. Fantastik bir öykü, The Twilight Zone’dan Evil Dead’e kadar pek çok yerde görebiliriz verdiği esini.
Lanetli Ev, Knickerbocker’dan son öykü. Manhattaoe (günümüzde Manhattan) civarında yaşanan birtakım olaylar. Bir ihtiyarın hayaletlerle haşır neşir olması ve öbür tarafa göçmesiyle ilgili kısacık bir öykü. Şeytan ile Tom Walker geliyor ardından, hırslı bir adamın zengin olmak için Şeytan’la anlaşma yapması aslında sıkça işlenmiş bir mesele, dörtyol ağızlarında yapacağı anlaşma için bekleyen insanlardan Faust’a pek çok örneği var. Bu öyküde Tom Walker adlı karakterin Şeytan’la yaptığı anlaşmayı görüyoruz, adam bir korsanın gömdüğü paraları Şeytan’ın yardımıyla bulunca hemen tefeciliğe başlıyor, milletin kanını emiyor, birçok yuvayı yıkıyor, insanları intihara sürüklüyor. Yaşlandıkça yaptığı şeylerden uzaklaşmaya başlıyor, kiliseye gidiyor, yanında İncil taşıyor falan. Şeytan memnun değil tabii, bir yolunu bulup adamı çekip götürüyor en sonunda. Kapitalizmin doğuşuna dair bir öykü olarak da okunabilir, manası çok derin.
Kalan öyküler de benzer atmosfere sahip. Bir ateşin başına oturup anlatılacak öyküler, halk hikâyelerinden beslenmiş ve yazıya geçerken korkutuculuğu azalmamış. Şahane.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Irving’in yedi öyküsü derlenmiş, en bilinenleri. Uykulu Kuytu Söylencesi’ni Sleepy Hollow olarak biliyoruz, şu kafasız süvari. Johnny Depp’in Ichabod Crane’i oynadığı uyarlaması en meşhuru, onun dışında başka uyarlamaları da var, çizgi filmleri falan, iki yüz yıllık bir öykü uyarlanabilecek her şeye uyarlanmış durumda ki ABD’den çıkan ilk büyük yazar olarak dünyanın dikkatini çektikten sonra Irving’in en çok bu öyküsü tutuluyor denebilir. Sözlü geleneğe yaslanan söylence anlatımının bütün özelliklerini taşıyor bu öykü, McKay’in “el yazması tekniği” dediği anlatım biçimi kullanılmış. İlk üç öykü bu türe giriyor, Diedrich Knickerbocker’ın evrakları arasında bulunduğu söylenen öyküler inandırıcılığı artırmak için mektupların, belgelerin arasından çıkarılmış gibi gösteriliyor. Romantik anlatının bir niteliği daha: “Her neyse, benim görevim ispat etmekten ziyade açık ve inandırıcı olmak maksadıyla olanları anlatmak.” (s. 7) 18. yüzyılın sonlarında doğan Irving kendi döneminin sosyal ortamını öykülerine olduğu gibi taşımış, Hollandalıların yerleşim bölgelerindeki yaşamlar detaylarıyla anlatılıyor, doğa tasvirleri genişçe bir yer tutuyor üstüne, böylece yeni kıtanın coğrafi değil de sosyal keşfedilmemişliği bilinmeyenin korkusunu doğurmak için ideal bir ortam yaratıyor. Bitkiler ve canlılar olabildiğince özgür, insan elinin henüz o kadar da değmediği bölgelerde Kızılderililerin varlığı da cabası. Pek çok öyküde Kızılderililer için kutsal olan mekanlar veya yerleşim yerleri anılıyor, doğaüstü için başka bir temel. Stephen King’in bir övgüsü var arka kapakta, Pet Sematary’yi düşünürsek Irving’den çokça etkilendiğini söyleyebiliriz. Neyse, Tappan Zee adı verilen bir bölgeye yerleşiyor Hollandalılar, ehlileştirdikleri hayvanlar ve ekip biçtikleri topraklar önlerinde uzanıyor ama bazı karanlık noktalara yaklaşmıyorlar, yeni kıtadaki eski toprakların bazı bölümleri onlar için gizemini koruyor. Uykulu Kuytu denen bölge örneğin, bir varlık tarafından ele geçirildiği söyleniyor ve civarından veya içinden geçen insanların düşle gerçek arasında bir yerde sıkıştığından bahsediliyor. Kızılderililerin zamanında burada ayin yaptıklarına veya ilk yerleşimcilerden Alman bir doktorun toprağı büyülediğine değinildikten sonra Uykulu Kuytu’nun Başsız Süvarisi’yle karşılaşıyoruz, yine bir söylence olarak beliriyor, oralarda takılıp insanları huzursuz eden bir hayalet. Bağımsızlık Savaşı sırasında başının bir top mermisiyle kopmuş, hayaleti oralarda geziniyormuş, böyle şeyler. Oralarda yaşayan insanlar başka yere taşınsalar da Uykulu Kuytu’nun zihinlerindeki varlığı sürüyormuş, mektubun yazılmasını bu etkiye borçluyuz.
Ichabod Crane’in soyadı “turna” demek, kırsallığını yitirmeye yüz tutmuş dünyanın bir parçası. Öğretmenlik yapan, ince uzun bir adam. Neşeli biri, kadınları güldürmesinin yanında o dönemde kıtanın kuzeydoğusunda, Salem’de patlak veren cadı avının bir parçası, ironi. Cotton Mather’ın yazdığı İngiltere’de Cadılığın Tarihi adlı metni iyi biliyor, “bilge bir insan” gibi görünüyor. O zamanda bilgelikten kasıt bu, toplumun normlarına uyduramadığı kadınları yok etme biçimi de denebilir. Vahşet ama bu vahşetten hiç bahsedilmiyor, konu kafasız kardeşimiz. Ichabod on sekiz yaşındaki öğrencilerinden birine aşık oluyor, kızın etrafında dört dönmeye başlıyor ama güçlü bir rakibi var, Brom Van Brunt. “Yumruk Brom” olarak da biliniyor, arkadaşlarıyla birlikte bölgenin asayişini sağlayan bir adam. Tabii olarak aynı kıza tutuluyor o da, Ichabod’dan haberdar olduğu için kinleniyor ve sağda solda adamı iki seksen uzatacağını söylüyor. Bir ziyafette karşılaşıyorlar, insanların anlattıkları hikâyelerden doğaüstü bir şeylerle karşılaşacağımızı sezebiliyoruz. Sonuçta Ichabod mekandan çıkıyor, atına atlıyor ve öcülü bölgenin civarından geçiyor. Aklında dinlediği hikâyeler var, ödü kopuyor gecenin bir yarısı. En sonunda kaçınılmaz sonla karşılaşıyor, Başsız Süvari tarafından takip ediliyor ve fırlatılan kafa kendisine isabet edince düşüyor. Karanlık.
Sonrası yine söylentiler. Başsız Süvari’nin Yumruk Brom olabileceği fikri bir kenarda duruyor, Ichabod’un akıbeti hakkındaki söylentiler de duruyor bir yerde. Anlatıcı kesin bir sona bağlamıyor hikâyeyi, yarıda bırakıyor.
Rip Van Winkle da bir klasik. Yirmi yıl sonra uyanan adam üzerinden zaman karşısında Amerikan toplumunun değişimi anlatılıyor, özeti bu. Yine bir kadın düşmanlığı var, adamımızın eşi çok konuştuğu ve huzur vermediği için kötü kadın konumunda. Can sıkıcı. Neyse, yine o döneme dair bir dünya detay, Van Winkle’ın birtakım askeri kahramanlıkları, cömertliği, hayırseverliği, erkek güzellemesi kısaca. Bir gün eşiyle tartıştıktan sonra evden çıkıyor işte, yolda karşılaştığı bir adamın sunduğu içkiden içiyor ve Uykulu Kuytu benzeri ilginç bir yerde uyuyakalıyor. Uyandığı zaman eve geri dönerken fark ediyor ki her şey değişmiş. İnsanlar İngiltere’ye bağlı değiller artık, özgürlüklerini kazanmışlar, bir dünya şey değişmiş. Kendisini soruşturduğu zaman bir genci gösteriyorlar, orada duruyor işte, kendisi. Oğlu aslında, zamanın nasıl geçtiğini o zaman anlıyor. Yeni bir yönetim altında insanlar daha coşkulu ama oğlunun uyuşukluğu da dikkat çekici, belli bir kesimin sadece yaşamak için çabaladığını, siyasi olaylarla pek ilgilenmediğini düşündürüyor. Fantastik bir öykü, The Twilight Zone’dan Evil Dead’e kadar pek çok yerde görebiliriz verdiği esini.
Lanetli Ev, Knickerbocker’dan son öykü. Manhattaoe (günümüzde Manhattan) civarında yaşanan birtakım olaylar. Bir ihtiyarın hayaletlerle haşır neşir olması ve öbür tarafa göçmesiyle ilgili kısacık bir öykü. Şeytan ile Tom Walker geliyor ardından, hırslı bir adamın zengin olmak için Şeytan’la anlaşma yapması aslında sıkça işlenmiş bir mesele, dörtyol ağızlarında yapacağı anlaşma için bekleyen insanlardan Faust’a pek çok örneği var. Bu öyküde Tom Walker adlı karakterin Şeytan’la yaptığı anlaşmayı görüyoruz, adam bir korsanın gömdüğü paraları Şeytan’ın yardımıyla bulunca hemen tefeciliğe başlıyor, milletin kanını emiyor, birçok yuvayı yıkıyor, insanları intihara sürüklüyor. Yaşlandıkça yaptığı şeylerden uzaklaşmaya başlıyor, kiliseye gidiyor, yanında İncil taşıyor falan. Şeytan memnun değil tabii, bir yolunu bulup adamı çekip götürüyor en sonunda. Kapitalizmin doğuşuna dair bir öykü olarak da okunabilir, manası çok derin.
Kalan öyküler de benzer atmosfere sahip. Bir ateşin başına oturup anlatılacak öyküler, halk hikâyelerinden beslenmiş ve yazıya geçerken korkutuculuğu azalmamış. Şahane.
gotik hikaye sevenlerin okumasi gereken bir eser
karanlık kitaplar serisinden bu kitabı da çok beğendim..
okudugum ılk gotık konuydu kısa hıkayelerden olusu bur turde okumaya baslayanlar ıcın ıyı olmus dıyebılırım
Keyifli bir okumaydı, başsız süvari dışındaki hikayeler de yöresel masalları andırıyordu daha çok.