Hep öyle derdi babam: “Oraları bir başka.” Yeşilliklerden, ağaçlardan, bolluk-bereketten söz ederdi durmadan. İkide bir: “Ah o Serez ovası,” derdi. “Serez ovası, altın yuvası,” derler. Ben onun bu konuşmalarını, doğduğu, yaşadığı yerleri, gençlik günlerini özlediğine verirdim. Baba, baksana burada da az mı güzel yerler var; az mı ormanlar, bereketli ovalar var, deyince o, öyle ama oralar bambaşka yerler, derdi hep. Annem, zavallı, o da belki doğduğu o yerleri özlerdi de bu konuda hiç konuşmazdı; ama çoğu kez radyoda Rumeli türküleri söylenirken gözlerinden yaşlar süzülürdü. Onun bu haline dayanamaz, yanına giderdim. Anne, ne oluyor yine. Aaa, enikonu ağlıyor bu kadın. Bak sen. Ayol, çocukların, torunların hepsi yanında… Çok şükür herhangi bir derdimiz yok. Nedir bu ağlamaların böyle… İyice yanına sokulurdum ya; saçlarımı okşardı aynen küçüklüğümde yaptığı gibi; bilmiyorum, derdi, bu türküleri dinlerken gözlerim doluyor böyle. Nedenini ben de bilmiyorum. Bu türküler ağlatıyor beni… Sonra, Yunanistan’a gitme konusunda özellikle konuşmayan annem bir gün yanıma geldi; bak, oraya gittiğinde, dönüşte bana bir saksı karanfil al, getir, dedi. Drama’dan ayrılırken o “mahşer günü”nde karanfil saksımı hanayın penceresinde bırakmıştım ağlayarak… Zavallı annem! Kendisine sarılıp saatlerce ağladım.
Kitap Yorumları - (0 Yorum)