Taşlıçay, kendini Cumaçay Bucağı’ndan başlayarak Kıjıktavo ile Şorbulak arasını ana kucağında sanır. Sırtüstü uzanır, salar her parçasını bir yana. Taşların söylediklerini, su dilinde tekrar ettirmesi, bu geniş alana vardığında göz kapakları ağırlaşır. Cumaçay’dan beri azgın, gür, yatağında dolu dolu akan Taşlıdere’nin, o önü anılmaz suları birden tembelleşir, büyük bir denizin sığ bir kıyısı gibi açılır, Kıjıktavo’ya kadar varan bir genişlikte yayvanlaşır, vurdumduymaz, sorumsuz bir dere akıntısına döner. İşte bu hâli, her yıl yatak değiştirmesine neden olur. Akışındaki gürlüğü de dağıldığı bu genişlikteki yatağına da yetmeyen, güçsüz bir su olarak uyuklayarak akar. Dibi bulanık, tıkanmış, şaşkın bir birikinti gibi alttan itilircesine yarı uykulu bir hâlde akar. Taşlı Dere’nin hâli aylarca böyle sürer. Sonbaharda, yağmur aylarında sert yağmurlar geldiğinde, yatağını ağzına kadar azgın, saldırgan bir suyla doldurur. Bu dolduruş Taşlı Dere’yi şımartır. Önünde, yanında, yöresinde ne var, ne yok alır, sürükler. Ardından, yatağından çıkar kıyısında gördüğü, karşılaştığı her şeyi alıp önüne katar. Taşlıdere, bu alanı kendi bölgesi olarak otlara, ağaçlara, her türlü yeşilliğe karşı ilan eder. Burası onun kutsal yatağıdır. Ya da kendi evi, bahçesidir…
Kitap Yorumları - (0 Yorum)