Cemal Süreya’nın portreleri çok keyif vericidir ve haliyle imgelerle örülüdür, güzeldir. Yusuf Ziya Ortaç’ın portreleri iğnesi bol bir dille kuruludur, o da güzeldir ama Onat Kutlar’ın portrelerindeki doğallık diyeyim, bambaşka bir şey. Yakın çevresindeki insanları ele alıyor Kutlar, anlattığı kişiler tanışlığın ötesinde samimiyet kurduğu insanlar. Çoğu sanatçı, dünya çapında sanatçı hem de. Bu noktada sanatı ölesiye seven bir insanın izlenimlerini okuduğumuzu anlıyoruz; nerede sanatı yücelten bir ruh varsa onu buluyor Kutlar, onunla arkadaş oluyor ve anı biriktirmeye başlıyor. Her bir portrede bu anılardan faydalandığı gibi birebir görüşmelerin kayıtlarını ve ele aldığı insanın geçmişini -ailesinin geçmişinden itibaren- hikâye anlatırmış gibi kurguluyor, anlatılanları bir araya getirip dört başı mamur bir portre çıkarıyor ortaya.
Kutlar’ı 1995’te kaybettik, The Marmara’nın bombalanması sırasında oradaydı ne yazık ki. Ölümünden bir ay önce yazdığı not kitaba alınmış. Portrelerin sayısının elliyi aştığını, kitabın üç yüz sayfa kadar tutacağını, bir önsöz yazacağını -Filiz Kutlar’a düştü bu önsözü yazmak, eşinin ölümünden sonra ne zorlukla kaleme alınmıştır, kim bilir- ve kitabın adının tekrar gözden geçirilebileceğini söylüyor, Samih Rıfat’a ve Enis Batur’a. Sonuçta portreleri teslim ediyor ve bu kitap, Kutlar’ın son kitabı oluyor. Çok üzücü. İshak’a baktığımızda müthiş bir öykücü görüyoruz, denemelerinde tam bir aydın olarak ortaya çıkıyor. İKSV adına yaptığı çalışmalar, sinemaya verdiği emek ve daha pek çok uğraş, kültür dünyasının Kutlar’a ne kadar çok şeyi borçlu olduğunu gösteriyor. Vefalı da; eski arkadaşlarına portrelerinde yer veriyor ve onları onurlandırıyor. Belki yıllardır görüşemediği arkadaşları var bu portrelerde, farklı ülkelere ve farklı kıtalara dağılmış onca insan bu kitap sayesinde bir araya geliyor. Tek bir bilincin derleyiciliğinde bu toprakların saf yetenekleri bir bir sıralanıyor. Bazılarının adını dahi duymamıştım, bazıları hakkında pek bir bilgim yoktu, hepsini araştırdım. Kuşağımdan öncesi silinmemeli, neleri başardıkları ve yaşadıkları kayıt altına alınmalı. Yakın tarihin kültür-sanat camiasını da bir anlamda toplamış oluyor Kutlar, ne hoş bir çaba!
Bendeki ilk baskı, 1995 tarihli. 2016’da ikinci baskı yapılmış, ilk baskının kapağında Onat Kutlar turuncu. Yeni kapak açıkçası daha iyi; Kutlar’ın gülüşü pek sıcak ve gölgelenmemiş. İlk baskının ön kapağındaki “Yaşantı”, bu kapakta “Deneme”ye dönmüş.
Altmış portre, birkaç tanesini alacağım. İlki İnci Aral olsun. 1983 İzmir Kitap Fuarı’ndan başlıyor anlatmaya Kutlar, Can Yücel’in İstanbul’dan gelen uçaktan çıkmamasıyla yaşanan küçük çaplı panik, şairin, “Ben zaten geldim, Şükran Lokantası’ndan gelin beni alın,” demesiyle sona eriyor ve fuardaki söyleşiye geçiliyor. “İnce, esmer, zarif bir hanım” ortadaki sandalyede oturuyor, sağına ve soluna Can Yücel’le Onat Kutlar geçiyor. Söyleşiyi Can Yücel’in dobralığı yönlendiriyor, İnci Aral “sakin bir hoşgörüyle” söyleşiye katılıyor. Etkileniyor Kutlar, Aral’ın eserlerini okudukça daha da etkileniyor. Ölü Erkek Kuşlar üzerinden sohbet ediyorlar yıllar sonra. Bunu İnci Aral yapmıştı. Öykülerinin çoğunu okumuştum ama bu roman tam bir bozgundu. Yıkımdı, sanki her güzel şeyin yaşanması karşılığında daha büyük acıların çekilmesi gerektiğini anlatıyordu. Çok mutsuzdum, gerçekleşmeyen bir evliliğin az ertesiydi. Kısacası silinmez bir şekilde kazındı bana Ölü Erkek Kuşlar.
Kutlar’ın sorularını geçip direkt cevaplara geliyorum. Roman otobiyografik ama olay örgüsü ve karakterler değiştirilmiş. Aral, gerçeklikten yola çıkarak kuruyor karakterlerini ama bir ölçüde onları değiştiriyor, hatta gerçek hayatta var olanların romanda kendilerini tanıyamayacak kadar değişmiş olarak görebileceklerini söylüyor. İnsan sevgisi kaynaklı bir olay. Bunun yanında Bachmann, Calvino, Erendiz Atasü ve Ayla Kutlu, sevdiği yazarlardan birkaçı.
Cevat Çapan’la anılar da dikkat çekici. Kutlar, Gaziantepli bir ailenin çocuğu ve “hâlâ biraz Doğulu” hissettiği için bu Cambridge mezunu, filoloji asistanı gence hemen ısınamıyor. Oysa Sina Akşin’in ve Akşit Göktürk’ün arkadaşı Çapan, Kutlar’ın da arkadaşı sayılır ama aşılması gereken bir mesafe var. Aşılıyor, rakı sofrasında Çapan bir türkü tutturuyor ve Kutlar’ın gönlünü kazanıyor. Gözetleme kulesine dönüyor Kutlar, Çapan’ı izliyor. Baba Ethem Çapan’ın müthiş bir hikâyesi var, Kemah’tan Küba’ya yıllar sürecek bir serüven. Cevat Çapan bu açıdan şanslı, babadan tam destek. Adam dünyayı dolanmış, oğlunun okuması için elinden geleni yapıyor. Sonrasında tiyatro, şiir, akademi. İyi Şeyler’in de bahsi geçiyor. Bu şahane yayınevinden çıkan kitaplardan sadece biri var bende, keşke diğerlerini de bulabilsem ama nadir durumdalar ne yazık ki. Bunun dışında yakın zamana kadar Yeditepe Üniversitesi’nde ders veriyordu Cevat Çapan, yerini kızı Leyla Çapan aldı. Çok yakın bir arkadaşımın hocası. Babasının aynıymış, öyle diyor arkadaşım. Sevindim. Şiir çevirilerini miras olarak görse keşke.
Merlin Solakhan’ı anlatmak şart. İki sebepten; birkaç yıl önce izlediğim TEKerLEME’nin yönetmeni olduğunu unutmuştum, Kutlar’ın anılarında rastlayınca mutlu oldumİkincisi, zamanın birinde Salih Ecer’le evli olduklarını bilmiyordum. Salih Ecer 2013’te hayatını kaybetti, kıyak şairlerimizdendi. Kutlar 1970’li yıllarda birliktelikleri sürerken hatırlıyor Merlin’i. Sonradan ülkeler, birlikte oldukları insanlar değiştiyse de birlikte hatırlanmak çok hoş bir şey. Neyse, Behice Boran’ın sekreterliğini yapan Solakhan bir anda kaybolup Almanya’da beliriyor, sinema eğitimi için. Genellikle bu eğitimin niteliği ve sinemanın neliği üzerinden dönüyor sohbet. Kendisiyle yapılmış bir söyleşi var, Kutlar’la film projeleri varmış ama hayata geçirememişler. Çok önemli insanlar birbirleri için.
Tuncel Kurtiz, Turgut Uyar, İdil Biret, Ara Güler, Kudsi Ergüner, Demir Özlü, Oya Baydar, bir sürü insan. Geçtiğimiz yüzyılın önemli sanatçılarından birkaçı sadece, sohbetlerine doyum olmuyor. Geriye kalan elli sanatçıyı da okur görsün. Böylece Yılmaz Güney’in ardında yüzlerce kilometre yol gidip senaryo çalışması yürütmeye çalışan yönetmeni, Paris’e giden hemen her Türk sanatçının görüşmek istediği ressamı, diğer oncasını tanıyabilir, anılara yansımış biçimlerini keşfedebilir. Bunun yanında Kutlar’ın zaman zaman yükselen sitemini duymamak mümkün değil; kendi sanatçılarını sürgün eden, onlara acı çektiren devletin karşısında tek başına dikilir gibi yazıyor Kutlar. “Aydın”ın tanımını tek başına dolduruyor, müthiş.
Şahane bir kitap.
Her biri olaganustu hikaye niteliginde Turkiye’yi dunyaya baglayan sanatcilarimiza adanmis yazilari Onat Kutlar’in. Belki John Berger’in benzer kitaplari yanina yaklasabilir Onat Kutlar kitabinin kalitesine.
Kitap Yorumları - (3 Yorum)
Cemal Süreya’nın portreleri çok keyif vericidir ve haliyle imgelerle örülüdür, güzeldir. Yusuf Ziya Ortaç’ın portreleri iğnesi bol bir dille kuruludur, o da güzeldir ama Onat Kutlar’ın portrelerindeki doğallık diyeyim, bambaşka bir şey. Yakın çevresindeki insanları ele alıyor Kutlar, anlattığı kişiler tanışlığın ötesinde samimiyet kurduğu insanlar. Çoğu sanatçı, dünya çapında sanatçı hem de. Bu noktada sanatı ölesiye seven bir insanın izlenimlerini okuduğumuzu anlıyoruz; nerede sanatı yücelten bir ruh varsa onu buluyor Kutlar, onunla arkadaş oluyor ve anı biriktirmeye başlıyor. Her bir portrede bu anılardan faydalandığı gibi birebir görüşmelerin kayıtlarını ve ele aldığı insanın geçmişini -ailesinin geçmişinden itibaren- hikâye anlatırmış gibi kurguluyor, anlatılanları bir araya getirip dört başı mamur bir portre çıkarıyor ortaya.
Kutlar’ı 1995’te kaybettik, The Marmara’nın bombalanması sırasında oradaydı ne yazık ki. Ölümünden bir ay önce yazdığı not kitaba alınmış. Portrelerin sayısının elliyi aştığını, kitabın üç yüz sayfa kadar tutacağını, bir önsöz yazacağını -Filiz Kutlar’a düştü bu önsözü yazmak, eşinin ölümünden sonra ne zorlukla kaleme alınmıştır, kim bilir- ve kitabın adının tekrar gözden geçirilebileceğini söylüyor, Samih Rıfat’a ve Enis Batur’a. Sonuçta portreleri teslim ediyor ve bu kitap, Kutlar’ın son kitabı oluyor. Çok üzücü. İshak’a baktığımızda müthiş bir öykücü görüyoruz, denemelerinde tam bir aydın olarak ortaya çıkıyor. İKSV adına yaptığı çalışmalar, sinemaya verdiği emek ve daha pek çok uğraş, kültür dünyasının Kutlar’a ne kadar çok şeyi borçlu olduğunu gösteriyor. Vefalı da; eski arkadaşlarına portrelerinde yer veriyor ve onları onurlandırıyor. Belki yıllardır görüşemediği arkadaşları var bu portrelerde, farklı ülkelere ve farklı kıtalara dağılmış onca insan bu kitap sayesinde bir araya geliyor. Tek bir bilincin derleyiciliğinde bu toprakların saf yetenekleri bir bir sıralanıyor. Bazılarının adını dahi duymamıştım, bazıları hakkında pek bir bilgim yoktu, hepsini araştırdım. Kuşağımdan öncesi silinmemeli, neleri başardıkları ve yaşadıkları kayıt altına alınmalı. Yakın tarihin kültür-sanat camiasını da bir anlamda toplamış oluyor Kutlar, ne hoş bir çaba!
Bendeki ilk baskı, 1995 tarihli. 2016’da ikinci baskı yapılmış, ilk baskının kapağında Onat Kutlar turuncu. Yeni kapak açıkçası daha iyi; Kutlar’ın gülüşü pek sıcak ve gölgelenmemiş. İlk baskının ön kapağındaki “Yaşantı”, bu kapakta “Deneme”ye dönmüş.
Altmış portre, birkaç tanesini alacağım. İlki İnci Aral olsun. 1983 İzmir Kitap Fuarı’ndan başlıyor anlatmaya Kutlar, Can Yücel’in İstanbul’dan gelen uçaktan çıkmamasıyla yaşanan küçük çaplı panik, şairin, “Ben zaten geldim, Şükran Lokantası’ndan gelin beni alın,” demesiyle sona eriyor ve fuardaki söyleşiye geçiliyor. “İnce, esmer, zarif bir hanım” ortadaki sandalyede oturuyor, sağına ve soluna Can Yücel’le Onat Kutlar geçiyor. Söyleşiyi Can Yücel’in dobralığı yönlendiriyor, İnci Aral “sakin bir hoşgörüyle” söyleşiye katılıyor. Etkileniyor Kutlar, Aral’ın eserlerini okudukça daha da etkileniyor. Ölü Erkek Kuşlar üzerinden sohbet ediyorlar yıllar sonra. Bunu İnci Aral yapmıştı. Öykülerinin çoğunu okumuştum ama bu roman tam bir bozgundu. Yıkımdı, sanki her güzel şeyin yaşanması karşılığında daha büyük acıların çekilmesi gerektiğini anlatıyordu. Çok mutsuzdum, gerçekleşmeyen bir evliliğin az ertesiydi. Kısacası silinmez bir şekilde kazındı bana Ölü Erkek Kuşlar.
Kutlar’ın sorularını geçip direkt cevaplara geliyorum. Roman otobiyografik ama olay örgüsü ve karakterler değiştirilmiş. Aral, gerçeklikten yola çıkarak kuruyor karakterlerini ama bir ölçüde onları değiştiriyor, hatta gerçek hayatta var olanların romanda kendilerini tanıyamayacak kadar değişmiş olarak görebileceklerini söylüyor. İnsan sevgisi kaynaklı bir olay. Bunun yanında Bachmann, Calvino, Erendiz Atasü ve Ayla Kutlu, sevdiği yazarlardan birkaçı.
Cevat Çapan’la anılar da dikkat çekici. Kutlar, Gaziantepli bir ailenin çocuğu ve “hâlâ biraz Doğulu” hissettiği için bu Cambridge mezunu, filoloji asistanı gence hemen ısınamıyor. Oysa Sina Akşin’in ve Akşit Göktürk’ün arkadaşı Çapan, Kutlar’ın da arkadaşı sayılır ama aşılması gereken bir mesafe var. Aşılıyor, rakı sofrasında Çapan bir türkü tutturuyor ve Kutlar’ın gönlünü kazanıyor. Gözetleme kulesine dönüyor Kutlar, Çapan’ı izliyor. Baba Ethem Çapan’ın müthiş bir hikâyesi var, Kemah’tan Küba’ya yıllar sürecek bir serüven. Cevat Çapan bu açıdan şanslı, babadan tam destek. Adam dünyayı dolanmış, oğlunun okuması için elinden geleni yapıyor. Sonrasında tiyatro, şiir, akademi. İyi Şeyler’in de bahsi geçiyor. Bu şahane yayınevinden çıkan kitaplardan sadece biri var bende, keşke diğerlerini de bulabilsem ama nadir durumdalar ne yazık ki. Bunun dışında yakın zamana kadar Yeditepe Üniversitesi’nde ders veriyordu Cevat Çapan, yerini kızı Leyla Çapan aldı. Çok yakın bir arkadaşımın hocası. Babasının aynıymış, öyle diyor arkadaşım. Sevindim. Şiir çevirilerini miras olarak görse keşke.
Merlin Solakhan’ı anlatmak şart. İki sebepten; birkaç yıl önce izlediğim TEKerLEME’nin yönetmeni olduğunu unutmuştum, Kutlar’ın anılarında rastlayınca mutlu oldumİkincisi, zamanın birinde Salih Ecer’le evli olduklarını bilmiyordum. Salih Ecer 2013’te hayatını kaybetti, kıyak şairlerimizdendi. Kutlar 1970’li yıllarda birliktelikleri sürerken hatırlıyor Merlin’i. Sonradan ülkeler, birlikte oldukları insanlar değiştiyse de birlikte hatırlanmak çok hoş bir şey. Neyse, Behice Boran’ın sekreterliğini yapan Solakhan bir anda kaybolup Almanya’da beliriyor, sinema eğitimi için. Genellikle bu eğitimin niteliği ve sinemanın neliği üzerinden dönüyor sohbet. Kendisiyle yapılmış bir söyleşi var, Kutlar’la film projeleri varmış ama hayata geçirememişler. Çok önemli insanlar birbirleri için.
Tuncel Kurtiz, Turgut Uyar, İdil Biret, Ara Güler, Kudsi Ergüner, Demir Özlü, Oya Baydar, bir sürü insan. Geçtiğimiz yüzyılın önemli sanatçılarından birkaçı sadece, sohbetlerine doyum olmuyor. Geriye kalan elli sanatçıyı da okur görsün. Böylece Yılmaz Güney’in ardında yüzlerce kilometre yol gidip senaryo çalışması yürütmeye çalışan yönetmeni, Paris’e giden hemen her Türk sanatçının görüşmek istediği ressamı, diğer oncasını tanıyabilir, anılara yansımış biçimlerini keşfedebilir. Bunun yanında Kutlar’ın zaman zaman yükselen sitemini duymamak mümkün değil; kendi sanatçılarını sürgün eden, onlara acı çektiren devletin karşısında tek başına dikilir gibi yazıyor Kutlar. “Aydın”ın tanımını tek başına dolduruyor, müthiş.
Şahane bir kitap.
Her biri olaganustu hikaye niteliginde Turkiye’yi dunyaya baglayan sanatcilarimiza adanmis yazilari Onat Kutlar’in. Belki John Berger’in benzer kitaplari yanina yaklasabilir Onat Kutlar kitabinin kalitesine.
Onat Kutlar’dan deneme tadında müthiş gözlemleri ile sanatçılara ait kısa anlatımlar