Dinin geri dönüşü günümüz felsefesinin başka temalarından biri, belki de birincisi haline geldi, ama felsefe bir din savaşının hükmettiği bir siyasal gerçekliğin abartılı bir yankısından öte pek bir şey sunmuyor bize. Seküler dönem yerini bir şekilde siyasal eylemin doğrudan doğruya metafizik çatışmanın ürünü olduğu yeni bir döneme bırakmış görünüyor. İşte Critchley'in bu kitabı "bir tür sekülarizmi mi savunmalıyız, yoksa teizme dönüşü sükunetle kabul mü etmeliyiz — yoksa bir üçüncü yol var mı?" sorusuna cevap verebilmek için iman, aşk, din ve şiddet meselelerini derinlemesine ele alıyor.Critchley, Rousseau'daki siyaset-din paradoksundan Heidegger, Taubes, Agamben ve Badiou'da Aziz Paulus'un geri dönüşüne, oradan da Carl Schmitt ve John Gray'in eserlerindeki siyaset-ilk günah ilişkisine ve üstü kapalı mistik anarşizm geleneğine geçerek, imansızlar için bir imanın, inanmayanlar için inancın mümkün olup olmadığını inceliyor. Son bölümde ise Slavoj Zizek'le girdiği tartışmayı genişleterek şiddet meselesini ve şiddetsizliğin sınırlarını ele alıyor.
Kitapta, Rousseu’nun Toplumsal sözleşmesi’ne de referanslarda bulunularak, bir toplumda kitleler arasındaki toplumsal konsensüsünün hangi kurumlar üzerinde olabileceği irdelenmiş. Din kurumunun, dogmaların göreceliliği ile ancak kitleleri birbirine ötekileştirdiği, milliyetciğin ancak çatışma doğurduğu vurgulanarak, evrensel hukuk ilkeleri, din ve mezhepten değil de insanın insan olmaktan kaynaklanan genel ahlak ilkelerinin ve ortak vatan duygusunun kitlelerin toplumsal uzlaşma-konsensüs zeminleri olabileceği, çok yalın ancak ehil bir dille anlatılmış. Felsefi ve sosyolojik alanlara ait kavramlar bence okuyucuya iyi bir tercüme ile aktarılmış. Sosyal bilimler ile ilgilenenlere, günümüzdeki birçok siyasi ve sosyolojik soruna çözüm perspektifi olması açısından tavsiye ederim.
Kitap Yorumları - (2 Yorum)
tahlil yazısı
Kitapta, Rousseu’nun Toplumsal sözleşmesi’ne de referanslarda bulunularak, bir toplumda kitleler arasındaki toplumsal konsensüsünün hangi kurumlar üzerinde olabileceği irdelenmiş. Din kurumunun, dogmaların göreceliliği ile ancak kitleleri birbirine ötekileştirdiği, milliyetciğin ancak çatışma doğurduğu vurgulanarak, evrensel hukuk ilkeleri, din ve mezhepten değil de insanın insan olmaktan kaynaklanan genel ahlak ilkelerinin ve ortak vatan duygusunun kitlelerin toplumsal uzlaşma-konsensüs zeminleri olabileceği, çok yalın ancak ehil bir dille anlatılmış. Felsefi ve sosyolojik alanlara ait kavramlar bence okuyucuya iyi bir tercüme ile aktarılmış. Sosyal bilimler ile ilgilenenlere, günümüzdeki birçok siyasi ve sosyolojik soruna çözüm perspektifi olması açısından tavsiye ederim.