“Mükemmel bir roman yazmak neredeyse imkânsızdır. Her sesin hakkını vererek kısa ve bütünlüklü bir öykü yazmayı ise çok az yazar başarabilir. Claire Keegan Mavi Tarlalardan Yürü kitabında tam da bunu yapıyor.” Hilary MantelÇağdaş İrlanda edebiyatının önemli öykü yazarlarından Claire Keegan ilk kez Türkçeye çevriliyor.Kadim yaraların ve gotik gölgelerin izlerini süren bu öykülerde yazar geleceklerini taştan çıkaran bireylerin ve geçmişiyle kavgalı bir ülkenin güçlü bir portresini çiziyor.Uzun saçlı bir kadın, rahibin evine taşınıp eşyalarını ateşe veriyor, bir ormancı arsasını ipotek edip eş aramak için civar kasabalara yolculuk ediyor, bir Harvard öğrencisi doğum gününü kutlamak için zengin üvey babasının deniz kenarındaki evine gidiyor ve kitaba ismini veren öyküde bir rahip kilisede gelini beklerken anılarıyla savaşıyor.Bu öykülerdeki karakterler yeterli olandan fazlasını istemiyor, hayal kuruyor ama bir dilekte bulunmuyorlar. Duygusuz duran bağımsızlıklarının ardında ise içten içe yanan bir acı var. “Bu öyküler adeta sihirli. Keegan’ın öykülerindeki incelik, akıl ve olağandışı ritm duygusu İrlanda öykü geleneğine değer katıyor. Bu öyküler bugünün İrlanda’sını konu alsalar da zamansız bir tarafları var.”Colm Tóibín“Mükemmel öyküler, kusursuz bir kurgu. Bu kitabı okumayı bu kadar zevkli kılan ise dilinin akıcılığı ve güzelliği.”Anne Enright
Yazarın aldığı ödülleri bir yana koyuyorum, hiçbir zaman sıcak yaklaşamadım bu meseleye, yine de bir şeylerin göstergesi olduğuna katılmıyor değilim. Keegan serimci değil, göstermediklerinin ardında daha yüksek bir doruk var. Objelerle karakterler arasında belli belirsiz bağlantılar, çözülmeye yol yapmayan açılımlar öyküleri bir noktadan başka bir noktaya getirip orada bırakmıyor, sürerliğin bir anıyla bakışıyor ve okura bu bakış kadarından fazlası verilmiyor, kişilerin duygularını gündeliğin içinden çekip çıkarmak kalıyor geriye. Anılar acı, ona bir uğraş gerekmiyor ama bu acıyla bir şey yapmanın fazileti, o noktada öyküler ellerinizden öper.
Uzun ve Istıraplı Ölüm: Kurgulanabilir yaşam ve bunun olabilirliği üzerinedir.
Böll Evi diyeyim, yazarlar için tahsis edilmiş bir ev var ve kadın bu evde yazacak. Böll’ü pek bilmiyor, yazmayı iyi biliyor. Bundan şüphe duyanlar var; yaşlı bir edebiyat profesörü, Alman. Telefonda evi ziyaret etmek istediğini söylüyor. Kadın istemiyor ama adam ısrarcı. Bundan sonrası… Bir diğerini bilemeyeceğimiz, hatta kendimizi de iyi bilemeyeceğimiz gerçeğine rağmen insanın bir tek kendisinin hissettiğini düşündüğü sıkıntılar vardır, sıkıntı aynı olsa da milyarlarca muadili olduğu için aynı şekilde dile getirilemeyeceğini düşünürüm ama Keegan öyle bir yakalamış ki içimde yatan azıcık özgün olduğuma dair fikri paramparça etti. “Güzel başlamış bir gündü, gerçi hâlâ güzeldi, ama değişmişti; mademki bir saat belirlemişti, gün bir şekilde Alman’ın ziyareti doğrultusunda ilerlemeye mecburdu.” (s. 13) Bu ne büyük derttir anlatamam. Bütün günüme el konmasına sonsuz lanet.
Kadının ilk günü denize girerek, pasta yaparak ve oyalanarak geçer, ziyan edilmiş zaman. Adam gelir, Böll’ün anısına saygısızlık ettiğini söyleyerek kadını aşağılamaya çalışır. Adam bir şekilde sepetlenir, kadın yaşadığı günü yazmaya başlar. Su ısıtıcısını çalıştırır, yaşam alanını düzenler. Adamın uzun ve ıstıraplı ölümüne hazırlanmaktadır. Kurgunun gerçekten daha yaralayıcı bir bölümüdür bu, gücün kullanılması ve yaratılanların öldürülmesi büyük iştir, yorucudur.
Ayrılık Hediyesi: Yavaş yavaş açılan bir öykü. Çiftçi bir aile, üç çocuk, en küçüğü kız. New York’a gidecek, evi ardında bırakıyor. Abi Eugene, kızla uğraşsa da onu sevdiğini okuyabiliyoruz. Nesnelerle, diyaloglarla açılan bir hikâye. Babanın küçük kızı istismar etmesi, kızın nihayet kaçabilmesi ve bu uğurda abisinin gösterdiği özveri. Anne kızını affedebilecek mi, kocasıyla bir başına bırakıldığı için? Ağaç kırılmaz, eğilir ama göğe bakmaz artık, güvensizliği diğerlerinedir, diğerleri neden eğilmemiştir?
“Sen” kullanılır, Butor’nun en dolaysız anlatıcısı. “Bir yabancı el çantanı istiyor ve çantayı ona veriyorsun. Kapısı olmayan bir çerçeveden geçiyorsun, el çantan sana geri veriliyor.” (s. 35) O çantanın geri verilmeme ihtimali, kendi yaşamının geri verilmemesiyle bir, gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yok ve bunun farkına varınca tuvalete koşturuyorsun, bir kabine kapatıyorsun kendini, çevreni küçültmeye çalışıyorsun, dünyanın duvarlarını üzerine örtüyorsun.
Mavi Tarlalardan Yürü: Rahibin gözünden görüyoruz. Gelinin elleri imza atarken niye titrer? Damadın kardeşi ve arkadaşlarının hayvanlığı rahibi neden rahatsız eder? Kopan zincirden kurtulan incilerin sahibine verilişi neden iki gözü de titretir? Rahibin incelikli bir görüşü vardır zira hayatının en önemli düğününe katılmıştır. İçinde bir oyuk. Çok da giremiyorum, öykünün güzelliği incinir. Bir alıntı, bana çektirdiği bir ah!
“Rahip dans pistinden geçiyor. Gelin orada, elleri açık bekliyor. İnci tanesini eline koyunca, gelin gözlerinin içine bakıyor. Gözlerinde yaşlar var ama bir tekinin düşmesine bile düşmesine izin vermemek için gözünü kırpmayacak kadar gururlu. Gözünü kırpsaydı elinden tutup buralardan götürürdü onu. En azından kendine söylediği bu. Bir zamanlar kızın da istediği buydu, ama iki insan hayatın herhangi bir anında bir şeyi nadiren aynı anda ister. Bazen insan olmanın en zor yanı budur.” (s. 49) En zor yanı, tek zor yanı.
Korucunun Kızı: Mutsuz ailelerin gizledikleriyle ilgilidir, bir de insanın ne istediğini ancak neyi istemediğini bildikten sonra anlamasının yarattığı geri dönememenin mutsuzluğu vardır. En uzun öykü bu, en zor hazmediliri de.
Üç öyküyü anlatmıyorum, Üvez Ağaçlarının Gecesi’ni özellikle okumanızı isterim. Edinin, iyidir.
Çevirinin kötü olduğunu düşünüyorum. Hikaye tarzı olarakta bana çok hitap etmedi. Betimlemeler çok iyi olmasına rağmen sadece okuyup geçebildim herhangi bir duygu uyandırmadı bende. Özellikle bazı hikayelerin itici olduğunu bile düşündüm. Okunacak daha güzel hikayeler olduğuna inanıyorum.
Okuduğum en iyi öykü kitabı. İrlanda’nın mistik havasını hissederken Keegan, sizi büyülü kurgusuyla o havanın içine bir anda dahil ediyor. Korucunun Kızı öyküsünü tekrar tekrar okumanızı istiyorum. Enfes. 5 değil binlerce yıldız.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Yazarın aldığı ödülleri bir yana koyuyorum, hiçbir zaman sıcak yaklaşamadım bu meseleye, yine de bir şeylerin göstergesi olduğuna katılmıyor değilim. Keegan serimci değil, göstermediklerinin ardında daha yüksek bir doruk var. Objelerle karakterler arasında belli belirsiz bağlantılar, çözülmeye yol yapmayan açılımlar öyküleri bir noktadan başka bir noktaya getirip orada bırakmıyor, sürerliğin bir anıyla bakışıyor ve okura bu bakış kadarından fazlası verilmiyor, kişilerin duygularını gündeliğin içinden çekip çıkarmak kalıyor geriye. Anılar acı, ona bir uğraş gerekmiyor ama bu acıyla bir şey yapmanın fazileti, o noktada öyküler ellerinizden öper.
Uzun ve Istıraplı Ölüm: Kurgulanabilir yaşam ve bunun olabilirliği üzerinedir.
Böll Evi diyeyim, yazarlar için tahsis edilmiş bir ev var ve kadın bu evde yazacak. Böll’ü pek bilmiyor, yazmayı iyi biliyor. Bundan şüphe duyanlar var; yaşlı bir edebiyat profesörü, Alman. Telefonda evi ziyaret etmek istediğini söylüyor. Kadın istemiyor ama adam ısrarcı. Bundan sonrası… Bir diğerini bilemeyeceğimiz, hatta kendimizi de iyi bilemeyeceğimiz gerçeğine rağmen insanın bir tek kendisinin hissettiğini düşündüğü sıkıntılar vardır, sıkıntı aynı olsa da milyarlarca muadili olduğu için aynı şekilde dile getirilemeyeceğini düşünürüm ama Keegan öyle bir yakalamış ki içimde yatan azıcık özgün olduğuma dair fikri paramparça etti. “Güzel başlamış bir gündü, gerçi hâlâ güzeldi, ama değişmişti; mademki bir saat belirlemişti, gün bir şekilde Alman’ın ziyareti doğrultusunda ilerlemeye mecburdu.” (s. 13) Bu ne büyük derttir anlatamam. Bütün günüme el konmasına sonsuz lanet.
Kadının ilk günü denize girerek, pasta yaparak ve oyalanarak geçer, ziyan edilmiş zaman. Adam gelir, Böll’ün anısına saygısızlık ettiğini söyleyerek kadını aşağılamaya çalışır. Adam bir şekilde sepetlenir, kadın yaşadığı günü yazmaya başlar. Su ısıtıcısını çalıştırır, yaşam alanını düzenler. Adamın uzun ve ıstıraplı ölümüne hazırlanmaktadır. Kurgunun gerçekten daha yaralayıcı bir bölümüdür bu, gücün kullanılması ve yaratılanların öldürülmesi büyük iştir, yorucudur.
Ayrılık Hediyesi: Yavaş yavaş açılan bir öykü. Çiftçi bir aile, üç çocuk, en küçüğü kız. New York’a gidecek, evi ardında bırakıyor. Abi Eugene, kızla uğraşsa da onu sevdiğini okuyabiliyoruz. Nesnelerle, diyaloglarla açılan bir hikâye. Babanın küçük kızı istismar etmesi, kızın nihayet kaçabilmesi ve bu uğurda abisinin gösterdiği özveri. Anne kızını affedebilecek mi, kocasıyla bir başına bırakıldığı için? Ağaç kırılmaz, eğilir ama göğe bakmaz artık, güvensizliği diğerlerinedir, diğerleri neden eğilmemiştir?
“Sen” kullanılır, Butor’nun en dolaysız anlatıcısı. “Bir yabancı el çantanı istiyor ve çantayı ona veriyorsun. Kapısı olmayan bir çerçeveden geçiyorsun, el çantan sana geri veriliyor.” (s. 35) O çantanın geri verilmeme ihtimali, kendi yaşamının geri verilmemesiyle bir, gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yok ve bunun farkına varınca tuvalete koşturuyorsun, bir kabine kapatıyorsun kendini, çevreni küçültmeye çalışıyorsun, dünyanın duvarlarını üzerine örtüyorsun.
Mavi Tarlalardan Yürü: Rahibin gözünden görüyoruz. Gelinin elleri imza atarken niye titrer? Damadın kardeşi ve arkadaşlarının hayvanlığı rahibi neden rahatsız eder? Kopan zincirden kurtulan incilerin sahibine verilişi neden iki gözü de titretir? Rahibin incelikli bir görüşü vardır zira hayatının en önemli düğününe katılmıştır. İçinde bir oyuk. Çok da giremiyorum, öykünün güzelliği incinir. Bir alıntı, bana çektirdiği bir ah!
“Rahip dans pistinden geçiyor. Gelin orada, elleri açık bekliyor. İnci tanesini eline koyunca, gelin gözlerinin içine bakıyor. Gözlerinde yaşlar var ama bir tekinin düşmesine bile düşmesine izin vermemek için gözünü kırpmayacak kadar gururlu. Gözünü kırpsaydı elinden tutup buralardan götürürdü onu. En azından kendine söylediği bu. Bir zamanlar kızın da istediği buydu, ama iki insan hayatın herhangi bir anında bir şeyi nadiren aynı anda ister. Bazen insan olmanın en zor yanı budur.” (s. 49) En zor yanı, tek zor yanı.
Korucunun Kızı: Mutsuz ailelerin gizledikleriyle ilgilidir, bir de insanın ne istediğini ancak neyi istemediğini bildikten sonra anlamasının yarattığı geri dönememenin mutsuzluğu vardır. En uzun öykü bu, en zor hazmediliri de.
Üç öyküyü anlatmıyorum, Üvez Ağaçlarının Gecesi’ni özellikle okumanızı isterim. Edinin, iyidir.
yazarın emanet çocuk kitabını çok beğendim bunu da merak ediyordum aldım
Zevkle sıkılmadan okudum. Uzun süreden sonra öykü kitabı okumak çok güzel geldi.
Çevirinin kötü olduğunu düşünüyorum. Hikaye tarzı olarakta bana çok hitap etmedi. Betimlemeler çok iyi olmasına rağmen sadece okuyup geçebildim herhangi bir duygu uyandırmadı bende. Özellikle bazı hikayelerin itici olduğunu bile düşündüm. Okunacak daha güzel hikayeler olduğuna inanıyorum.
Okuduğum en iyi öykü kitabı. İrlanda’nın mistik havasını hissederken Keegan, sizi büyülü kurgusuyla o havanın içine bir anda dahil ediyor. Korucunun Kızı öyküsünü tekrar tekrar okumanızı istiyorum. Enfes. 5 değil binlerce yıldız.