13. yüzyılda Moğollar, dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kara imparatorluğunu kurmuşlardır. Orta Avrupa’yı korku ve dehşete düşürmüş, 1258 yılında Bağdat’ın fethiyle İslam tarihine yeni bir yön tayin etmişlerdir. Bozkır halklarını tek bir imparatorluk çatısı altında toplayan Cengiz Han, dünyanın dört bir yanına saygıyla karışık bir korku salmıştır. Moğol orduları karşısında dönemin en güçlü devletlerinin orduları bile duramamış ve bozguna uğramışlardır. Karénina Kollmar-Paulenz bu kitabında Moğolların tarihini, 12. yüzyılda Cengiz Han’ın fetihleriyle Moğol kabilelerinin birleşmesinden ve Cengiz Han’ın haleflerinin egemenliğinden günümüz Moğolistan’ına kadar akıcı bir üslupla kaleme almıştır. Pax Mongolica döneminin sadece siyasi ve askeri olaylarını değil aynı zamanda kültür ve ticaret dönüşümlerini de anlatısına dâhil eden Kollmar-Paulenz, Moğolların dünyanın kaderini etkileme gücünü kaybettikten sonraki tarihinin de en önemli ayrıntılarına çalışmasında yer veriyor. Ruslar, Çinliler ve Japonlar gibi Asya’nın güçlü milletlerinin merkezi Moğol coğrafyasının tarihinde ne gibi siyasi, ticari ve kültürel etkiler meydana getirdiğinin de açıklandığı kitap, Moğolların 1200’lerde başlayan macerasını 2000’li yıllara kadar takip ediyor. Karénina Kollmar-Paulenz Bern Üniversitesinde Din ve Orta Asya çalışmaları alanında profesördür. Tibet ve Moğolistan’ın din ve kültür tarihi hakkında çok sayıda çalışması vardır.
Dünyanın yaşadığı büyük felaketler geçmişten günümüze sıralanacak olursa; onların içinde bir kavmin ismi ayrıca zikredilir. Zira herhangi bir doğal afet kadar Moğolların yıkıcı bir etki yaptıkları sıkça tekrarlanır. Ama Moğolları tahrip gücü yüksek bir bomba misali tanımak pek de geçer akçe sayılmaz. Zira tarihi bir kavim değerlendirilecekse; objektif ve genel bir bakış açısıyla ele alınması gerekliliği şarttır. Karenina Kollmar-Paulenz Moğollar isimli eseriyle tam da bahsedildiği gibi tarafsız bir şekilde bir kavim hakkında tarihi görünümün geçmişten günümüze tamamını verir.
Paulenz Tibet ve Moğolistan bölgesine yoğunlaşmak üzere, Asya’nın dini ve kültürel yapısıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan bir akademisyendir. Halen Bern Üniversitesi Dini Araştırmalar Enstitüsünde görev yapan Paulenz, Moğolistan, Nepal, Hindistan gibi Asya’nın birçok bölgesinde saha araştırmaları yapmıştır. Onun Asya tarihi ve kültürüne olan derin vukufiyeti Moğollar konusunda kalem oynatmasına sebep olmuştur. Paulenz eseriyle Moğolların daha iyi tanınmasını sağlamak ve alanda yapılacak olan yeni çalışmaların önünü açmayı amaç edinmiştir(s.9).
Paulenz ilk satırdan son satıra kadar engin bilgi birikimini satırlara yansıtmasını bilmiştir. Asya gibi zengin kültür yapısının çeşitlilik gösterir şekilde yayıldığı bir kıtada bilgiye hâkim olmak başlı başına meziyettir. Birden fazla din, dil ve kültür konusunda malumata sahip olma hırsı büyük oryantalistleri bilim dünyasına kazandırmıştır. Paulenz’de geçmişin büyük oryantalistlerinin izinden giderek, Moğolları merkeze aldığı bu anlatısında -her ne kadar kısıtlı bir anlatım alanına sahip olsa da-sadece Moğollarla kalmayıp, onların çevresinde şekillenen dünyayı da ziyadesiyle anlatarak bilimsel manada konunun altından kalkmıştır.
Yazarın bilgi birikiminin satırlara yansıyan en göz çarpıcı öğesi dile hâkimiyeti konusunda ortaya çıkmaktadır. Moğol kültürüne dair tespitler esnasında satır aralarında geçen Moğolca kelimeler bazen etimolojik çözümlemelerle okurun karşısına çıkar. Moğollara ait kültürel unsurlar sadece dil izahıyla değil; tüm kapsamıyla ele alınır. Bozkır kültürünün ana esasları kendisini gösterirken, bilenler için Türk kültür sahasının benzer özellikleri dikkat çeker. Yazar direk söylememiş olsa da Moğol Türk kültürel ayniliği ülkemiz okuru için bazen belirginleşir.
Eserin ülkemizde yayımlanan Moğollarla ilgili diğer kitaplardan doğal olarak farklı olduğu aşikârdır. Zira ülkemizde yazılan her kitap hele şayet Türk yazar tarafından ele alınmışsa; Moğolların Türklüğü konusunu dile getirir. Fakat bu eserde yabancı menşeyi nedeniyle bu tartışmalara hiç rastlanmaz. Hatta Moğollara ilişkin çevresel faktörler zikredilirken, özellikle Türklerin anlatısı azımsanacak boyuttadır. Misal Ayn-Calut’ta Moğolları yenen komutanın- Baybars’ın- ismi bile satırlarda görülmez. Yazarın bu tavrını normal kabul etmekle beraber, eserin teorik yönünün güçlü olduğunu da eklemek gerekir. Bazen satır aralarında yapılan can alıcı yorum ve tespitler öylesine iyi verilir ki sayfalar dolusu tartışma sadece bu satır üzerinden yürütülebilir.
Paulenz’in alanından kaynaklansa gerek; yoğun bir siyasi anlatı söz konusu değildir. Zaten kitabın çapı düşünüldüğünde böyle bir anlatıya yer vermek de pek mümkün olamaz. Dolayısıyla siyasi tarihe dair uzun anlatı yerini kültüre ait çözümlemelerle doldurur. Her ne kadar Moğolların ele alınmasında siyasi tarih anlatısında olduğu gibi kronolojik sıra uygulanmış olsa da; ekonomi, din, kültür, dil gibi ana başlıklardan çatallaşan özel konulara yer verilir. Misal “Hanımların On Yılı” isimli başlık altında ele alınan bilgiler Moğollar hakkında oluşan barbarlığı vurgulayan tarih algısı üzerinde -ezber bozacak şekilde- yıkıcı etki yaratır. Çünkü Türklerde olduğu gibi Moğollarda da kadına verilen önem tarihe genelleyici bakanları şaşırtır.
Yine Moğolların tahrip edici etkisine nazaran onların kültürel ve ticari olarak sağladıkları istikrara kitapta yer verilir (Pax Mogolica). Zira büyük bir coğrafyaya hükmeden Moğollar ticarete önem vererek kültürel transferin önünü açar. Örnekler üzerinden bu konuya yapılan vurgular ve paralel şekilde ortaya çıkan anlatı şüphesiz okuru ikna edecek özelliktedir. Bunda yazarın çok yönlü bakış açısının önemli olduğunu vurgulamaya gerek yoktur.
Eserin iyi bir yazarın yönetimiyle güçlü bir kaynakçadan beslendiği göze çarpar. Öncelikli olarak dönemin birincil kaynakları bam teli diyebileceğimiz güçlü yönleriyle anlatılan mevzunun etrafına ustaca yerleştirilir. Bu kısa ve öz alıntıdan sonra yazarın güçlü yorumu en kısa ve öz haliyle zuhur eder. Yani okur önce delille ikna edilir, sonra yorumla istenilen yere çekilir. Yazar günümüz kaynaklarına da yeterince hâkimdir. Bu hâkimiyetini sentez şeklinde oluşturduğu Moğollar anlatısıyla kanıtlar.
Kitabın sonuna okuma tavsiyeleri yazar tarafından eklenmiştir. Fakat bu kaynakların büyük bir bölümünün Türkçeye çevrilmediği dikkat çeker. Yazarın bu yaklaşımının her kitapta görülmesi okur için beklenilen bir özelliktir. Zira ilgi uyandıran eserlere okurun yönlendirilmesi başlangıç okuması düzeyindeki bahsettiğimiz kitaptan sonrası için önemlidir. Zaten Moğolların yeterince tartışmalı bir tarih mevzusu olduğu dikkate alınırsa yazarın zihinleri berraklaştırma isteği daha iyi anlaşılır. Bu arada kaynak tavsiyesinin bir yerde kaynakça işlevi gördüğünü de belirtmek lazım. Bunun kitabın akademik anlayışına uygun bir görüntü olduğunu söylemek güç. Ama yazarın Moğolları tanıtmak amacı düşünüldüğünde; pek önemi olduğu savunulamaz. Eserdeki dizin kısmı da kitabın kavramsal gücüne pek uymaz. Fakat yine de yeterli olup olmadığı; eserin vermek istedikleri düşünüldüğünde kâfi gelir.
Son olarak eserin iyi bir başlangıç okuması olduğuna şüphe yoktur. Özellikle Moğolların 17. yüzyıldan sonraki dönemlerini hesaba katacak olursak, bu dönemi direk anlatan eserlerin dilimize sık çevrildiği söylenemez. Zira Moğol tarihinin ilk evrelerinden günümüze gelinceye kadar Türk tarihiyle olan ilgisi kademeli olarak azalır. Bu nedenle Moğol tarihinin son dönemleri Asya’nın Türk bölgesinden uzak bölgelerde zuhur ettiği için tarih anlatımızdan ziyade Asya tarihinin konusuna girer. Böylece Moğolların yakın çağ tarihine eserin mütevazı bir katkı sağladığı söylenebilir. Genel olarak bakıldığı zaman dahi Moğollar hakkındaki literatürün belirgin bir kazanımı vardır.
Yine kitapta yer alan bazı şaşırtıcı bilgilerin gün yüzüne çıktığını belirtmek gerekir. Örneğin Moğolların günümüzde Cengiz Han’ı demokrat bir devlet adamı şeklinde düşündüklerine dair anketi satırlar arasında görmek gayet ilginçtir (s.112). Aynı şekilde Moğolların tarihlerinin başlangıcı olarak Hun tarihini esas almaları ve kendilerini Hunların uzantısı olarak kabul etmeleri de dikkat çekicidir (s.113). Fakat bir gerçek var ki Moğollar, Türklerle ortak kültür havzasından doğup büyüdükleri ve lokomotif gücünün büyük kısmını Türklerden almaları nedeniyle Türk tarihi için önemlidirler. Bu tarihi ortaklığın adına, ülkemizde yeterince bilinmelerinin bir mahsuru yoktur. Eserin bu anlamda şüphesiz tarihi malumat birikimine katkı yapacağı aşikârdır.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Dünyanın yaşadığı büyük felaketler geçmişten günümüze sıralanacak olursa; onların içinde bir kavmin ismi ayrıca zikredilir. Zira herhangi bir doğal afet kadar Moğolların yıkıcı bir etki yaptıkları sıkça tekrarlanır. Ama Moğolları tahrip gücü yüksek bir bomba misali tanımak pek de geçer akçe sayılmaz. Zira tarihi bir kavim değerlendirilecekse; objektif ve genel bir bakış açısıyla ele alınması gerekliliği şarttır. Karenina Kollmar-Paulenz Moğollar isimli eseriyle tam da bahsedildiği gibi tarafsız bir şekilde bir kavim hakkında tarihi görünümün geçmişten günümüze tamamını verir.
Paulenz Tibet ve Moğolistan bölgesine yoğunlaşmak üzere, Asya’nın dini ve kültürel yapısıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan bir akademisyendir. Halen Bern Üniversitesi Dini Araştırmalar Enstitüsünde görev yapan Paulenz, Moğolistan, Nepal, Hindistan gibi Asya’nın birçok bölgesinde saha araştırmaları yapmıştır. Onun Asya tarihi ve kültürüne olan derin vukufiyeti Moğollar konusunda kalem oynatmasına sebep olmuştur. Paulenz eseriyle Moğolların daha iyi tanınmasını sağlamak ve alanda yapılacak olan yeni çalışmaların önünü açmayı amaç edinmiştir(s.9).
Paulenz ilk satırdan son satıra kadar engin bilgi birikimini satırlara yansıtmasını bilmiştir. Asya gibi zengin kültür yapısının çeşitlilik gösterir şekilde yayıldığı bir kıtada bilgiye hâkim olmak başlı başına meziyettir. Birden fazla din, dil ve kültür konusunda malumata sahip olma hırsı büyük oryantalistleri bilim dünyasına kazandırmıştır. Paulenz’de geçmişin büyük oryantalistlerinin izinden giderek, Moğolları merkeze aldığı bu anlatısında -her ne kadar kısıtlı bir anlatım alanına sahip olsa da-sadece Moğollarla kalmayıp, onların çevresinde şekillenen dünyayı da ziyadesiyle anlatarak bilimsel manada konunun altından kalkmıştır.
Yazarın bilgi birikiminin satırlara yansıyan en göz çarpıcı öğesi dile hâkimiyeti konusunda ortaya çıkmaktadır. Moğol kültürüne dair tespitler esnasında satır aralarında geçen Moğolca kelimeler bazen etimolojik çözümlemelerle okurun karşısına çıkar. Moğollara ait kültürel unsurlar sadece dil izahıyla değil; tüm kapsamıyla ele alınır. Bozkır kültürünün ana esasları kendisini gösterirken, bilenler için Türk kültür sahasının benzer özellikleri dikkat çeker. Yazar direk söylememiş olsa da Moğol Türk kültürel ayniliği ülkemiz okuru için bazen belirginleşir.
Eserin ülkemizde yayımlanan Moğollarla ilgili diğer kitaplardan doğal olarak farklı olduğu aşikârdır. Zira ülkemizde yazılan her kitap hele şayet Türk yazar tarafından ele alınmışsa; Moğolların Türklüğü konusunu dile getirir. Fakat bu eserde yabancı menşeyi nedeniyle bu tartışmalara hiç rastlanmaz. Hatta Moğollara ilişkin çevresel faktörler zikredilirken, özellikle Türklerin anlatısı azımsanacak boyuttadır. Misal Ayn-Calut’ta Moğolları yenen komutanın- Baybars’ın- ismi bile satırlarda görülmez. Yazarın bu tavrını normal kabul etmekle beraber, eserin teorik yönünün güçlü olduğunu da eklemek gerekir. Bazen satır aralarında yapılan can alıcı yorum ve tespitler öylesine iyi verilir ki sayfalar dolusu tartışma sadece bu satır üzerinden yürütülebilir.
Paulenz’in alanından kaynaklansa gerek; yoğun bir siyasi anlatı söz konusu değildir. Zaten kitabın çapı düşünüldüğünde böyle bir anlatıya yer vermek de pek mümkün olamaz. Dolayısıyla siyasi tarihe dair uzun anlatı yerini kültüre ait çözümlemelerle doldurur. Her ne kadar Moğolların ele alınmasında siyasi tarih anlatısında olduğu gibi kronolojik sıra uygulanmış olsa da; ekonomi, din, kültür, dil gibi ana başlıklardan çatallaşan özel konulara yer verilir. Misal “Hanımların On Yılı” isimli başlık altında ele alınan bilgiler Moğollar hakkında oluşan barbarlığı vurgulayan tarih algısı üzerinde -ezber bozacak şekilde- yıkıcı etki yaratır. Çünkü Türklerde olduğu gibi Moğollarda da kadına verilen önem tarihe genelleyici bakanları şaşırtır.
Yine Moğolların tahrip edici etkisine nazaran onların kültürel ve ticari olarak sağladıkları istikrara kitapta yer verilir (Pax Mogolica). Zira büyük bir coğrafyaya hükmeden Moğollar ticarete önem vererek kültürel transferin önünü açar. Örnekler üzerinden bu konuya yapılan vurgular ve paralel şekilde ortaya çıkan anlatı şüphesiz okuru ikna edecek özelliktedir. Bunda yazarın çok yönlü bakış açısının önemli olduğunu vurgulamaya gerek yoktur.
Eserin iyi bir yazarın yönetimiyle güçlü bir kaynakçadan beslendiği göze çarpar. Öncelikli olarak dönemin birincil kaynakları bam teli diyebileceğimiz güçlü yönleriyle anlatılan mevzunun etrafına ustaca yerleştirilir. Bu kısa ve öz alıntıdan sonra yazarın güçlü yorumu en kısa ve öz haliyle zuhur eder. Yani okur önce delille ikna edilir, sonra yorumla istenilen yere çekilir. Yazar günümüz kaynaklarına da yeterince hâkimdir. Bu hâkimiyetini sentez şeklinde oluşturduğu Moğollar anlatısıyla kanıtlar.
Kitabın sonuna okuma tavsiyeleri yazar tarafından eklenmiştir. Fakat bu kaynakların büyük bir bölümünün Türkçeye çevrilmediği dikkat çeker. Yazarın bu yaklaşımının her kitapta görülmesi okur için beklenilen bir özelliktir. Zira ilgi uyandıran eserlere okurun yönlendirilmesi başlangıç okuması düzeyindeki bahsettiğimiz kitaptan sonrası için önemlidir. Zaten Moğolların yeterince tartışmalı bir tarih mevzusu olduğu dikkate alınırsa yazarın zihinleri berraklaştırma isteği daha iyi anlaşılır. Bu arada kaynak tavsiyesinin bir yerde kaynakça işlevi gördüğünü de belirtmek lazım. Bunun kitabın akademik anlayışına uygun bir görüntü olduğunu söylemek güç. Ama yazarın Moğolları tanıtmak amacı düşünüldüğünde; pek önemi olduğu savunulamaz. Eserdeki dizin kısmı da kitabın kavramsal gücüne pek uymaz. Fakat yine de yeterli olup olmadığı; eserin vermek istedikleri düşünüldüğünde kâfi gelir.
Son olarak eserin iyi bir başlangıç okuması olduğuna şüphe yoktur. Özellikle Moğolların 17. yüzyıldan sonraki dönemlerini hesaba katacak olursak, bu dönemi direk anlatan eserlerin dilimize sık çevrildiği söylenemez. Zira Moğol tarihinin ilk evrelerinden günümüze gelinceye kadar Türk tarihiyle olan ilgisi kademeli olarak azalır. Bu nedenle Moğol tarihinin son dönemleri Asya’nın Türk bölgesinden uzak bölgelerde zuhur ettiği için tarih anlatımızdan ziyade Asya tarihinin konusuna girer. Böylece Moğolların yakın çağ tarihine eserin mütevazı bir katkı sağladığı söylenebilir. Genel olarak bakıldığı zaman dahi Moğollar hakkındaki literatürün belirgin bir kazanımı vardır.
Yine kitapta yer alan bazı şaşırtıcı bilgilerin gün yüzüne çıktığını belirtmek gerekir. Örneğin Moğolların günümüzde Cengiz Han’ı demokrat bir devlet adamı şeklinde düşündüklerine dair anketi satırlar arasında görmek gayet ilginçtir (s.112). Aynı şekilde Moğolların tarihlerinin başlangıcı olarak Hun tarihini esas almaları ve kendilerini Hunların uzantısı olarak kabul etmeleri de dikkat çekicidir (s.113). Fakat bir gerçek var ki Moğollar, Türklerle ortak kültür havzasından doğup büyüdükleri ve lokomotif gücünün büyük kısmını Türklerden almaları nedeniyle Türk tarihi için önemlidirler. Bu tarihi ortaklığın adına, ülkemizde yeterince bilinmelerinin bir mahsuru yoktur. Eserin bu anlamda şüphesiz tarihi malumat birikimine katkı yapacağı aşikârdır.
modern çağa kadar moğollarla ilgili kısa ve önemli bir çalışma olmuş.
Moğollar hakkında giriş niteliğinde bir çalışma çevirisini beğendim.
Moğollar ve Cengiz Han hakkında okuyacağım ilk kitap. Merakla bekliyorum.
mogollar hakkinda ilgi uyandirici özet bir kitap